GERÇEK BİR ÖYKÜ
1916 senesinde 19 yaşında genç bir delikanlı Erenköy’de yürümektedir. Talimgah denilen yerde bir kalabalık fark eder. Kalabalığa yanaştıkça bir müzisyenin enstrümanından yükselen melodiyi duyumsar. Yaklaşır. Delikanlı, enstrümandan yükselen tınıya gözlerini kapatarak huşu içinde bir süre zevkle dinleyerek eşlik eder. Gözlerini açıp da kalabalığın önüne ilerleyince o cânım melodiyi çıkaranın yere bağdaş kuran bir müzisyen olduğunu fark eder. Müzisyen pistir, perişandır, berduştur. Genç delikanlı evsiz diye düşündüğü bu adamcağıza acır gözlerle bakar. Garipser de hani biraz… Öyle ya böyle berduş bir adam nasıl olur da bu kadar güzel ezgiler çıkarabilir…
Delikanlı birkaç gün sonra aynı yol üzerinden geçerken görür o müzisyeni.
Her ne kadar giyiminden, kuşamından, küfürbaz
halinden rahatsız olsa da acıdığı için o müzisyene
para vermek ister. Müzisyen işte kendisine para
vermeye yeltenen gence; “Haydi oğlum, git işine! Bak benim mataram rakı dolu. Vereceğin bu parayla git de akşama birkaç kadeh iç keyiflen. Benim
paraya ihtiyacım yok” der.
Utanır birden genç. Müzisyen devam eder; “Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın.” Kıyafetlerini göstererek
“Görmüyorsun ben kimseden utanıyor muyum! Başkaları benim bu halimden utansın!”
Delikanlı neye uğradığını şaşırır. Tokat gibidir adamcağızın lakırdıları… Eve gider düşünür uzun uzun… Acıdığı adamın kendisine böyle bir karşılık vereceğini hiç düşünmemiştir. Aradan zaman geçer. Delikanlı bu
adamcağızı İstanbul’un münferit yerlerinde kah işkembecide, kah kuytu meyhanelerde, kah
Yenicami arkasında, kah Çemberlitaş’ta görür… Hatta bir arada Ali Emiri’nin
Kütüphanesi’nden kitap okurken görmüştür ki şaşkınlığı katbekat artmıştır.
Delikanlı, edebiyata heveslidir, bir şiir karalar o müzisyen için… Dönemin
mecmualarının birinde “Dehâyi Mensi” diğer bir deyişle “unutulan deha” ismiyle bu müzisyeni
kaleme alır. Sonra kulağına gider bu
müzisyenin. “Kim yazdı bunu?” diye sorar soruşturur; sonunda bulur ve bu şiiri yazan gençle tanışmak ister. Buluşurlar, o an müzisyen anlar ki vakti
zamanında kendisine acıdığı için para vermek
isteyen genç tam karşısındadır. Şiiri pek beğendiğini, duygulandığını söyler. Akabinde bu delikanlı ile
müzisyen arasında sıkı bir dostluk başlar.
Müzisyen son döneminde inzivaya çekilir, kimseyle görüşmez. Üstü başı kirlidir ama çevresindeki insanların
ruhları daha kirlidir. Küser hayata, küser insanlara… Çok değil, bir süre sonra da göçer gider bu
dünyadan… Delikanlı sevdiği bu müzisyenin öldüğünü duyunca çok üzülür. Arkadaşı Fuad Şinasi bir kağıt verir delikanlıya… “Nedir bu?” diye
sorar delikanlı. Şinasi “Müzisyenin son şiiri” der. Okur delikanlı;
“Artık yaşam için yetişir bunca kırgınlık,
Dinlenmek isterim ki kader yorgunuyum
Artık vücudu boş, gönlü boş, düşü boş,
Dünyada şimdi ben de bir fazla ağırlığım”
“Ölümün titrettiği elle kalemini
kalbine birikmiş zehre batırıp yazdığı veda şiiri” olarak betimler bunu genç adam.
Aklına düşer işte o gün; acıdığı için para vermek istediği müzisyenin o yanıtı; “Utanma!
Utandıkça rahat yaşayamazsın”
Bu mısra destur olur delikanlı için, hayatını ona göre yaşar. Utanılacak işler yapmaz. Büyük görev üstlenir
ilerleyen senelerde. Ama sonu da o müzisyen gibi olur. Ha, ne mi olur? Haksızlığa uğrar, yaptığı o büyük işlerden el çektirilir, memleket için açtığı okullar kapatılır. O da inzivaya
çekilir, çünkü çevresi pistir ve malum son… O da göçer gider bu dünyadan.
Etiket: Hikayeler